İLLAKİ
Çiçekli porselen bir tabak. Üzerinde sırasıyla kısır, börek
ve ev baklavası… Elimde tatlı çatalıyla bir yandan ufak ufak atıştırıyor, diğer
yandan odada dönen muhabbetleri üstünkörü dinliyorum. Annem ve Şengül teyze
yeni taşınan komşularına ne kadar elit bir muhitte oturduğumuza inandırma
gayretindeler, inanıyor da kadıncağız, sorgulamıyor bile. Belki de inanmak
istiyor. Kısırın acısını alsın diye bardağıma uzanacak gibi oluyorum ama çabuk
vazgeçiyorum. Erik kompostosu. Elleriyle yapmış bizim hanım abla. Güvenmiyorum
hijyenine, içmiyorum o yüzden. Zaten kompostoyu koyarken annemle göz göze
geldik; kaşlarını kaldırıp iri iri açtı gözlerini. Bu “yapma” demek bizim lügatimizde. El mahkûm baklavaya sığınıyorum, acısını
almaz belki ama ağzımın tadı değişir hiç yoktan. Babamlara kulak kabartıyorum,
az sonra Nazım amcayla göz göze geliyor, gülümsüyoruz birbirimize. O da
sıkılmış anlaşılan. Oysa babamla şu yeni gelen adam bayağı koyu bir muhabbetin
içindeler, öyle ki yemeden içmeden kesilmişler neredeyse. Bizim yeni eleman
astsubay çıktığından tabii bu samimiyet. E, bizim peder de asker eskisi olunca
bunca muhabbet normal tabii. Askeri okul anılarının, komutan dedikodularının sonu
gelmiyor. Bu ihtiyarlar hakikaten sıkıcı
diyorum için için… Elim yanağımda, yeniden tabağıma dönüyorum. Sıkıldığımı fark
ediyor hanım abla, Fatma’nın yanına gitmemi öneriyor. Çocuklarla oynamadığımı
yineleyerek ikinci kez reddediyorum teklifini. Lafının üzerine geliyor Fatma,
kapının kenarından annesini çağırıyor, girmiyor içeriye. Girse döveceğiz sanki.
Çocuklar işte…
Hanım abla elinden tutup odaya getiriyor Fatma hanımı,
yanına oturtuyor. Bizimki oturur oturmaz
annemin tabağındaki böreğe uzanıp alıyor, sonra başlıyor yemeye. Gözlerimi
anneme dikmiş dikkatle izliyorum, “işte şimdi kızacak” diyorum iştahla ama
annem bir türlü kızmıyor. Hatta başını okşayıp seviyor çocuğu. Şaşıp kalıyorum.
Ben başkasının tabağından bir şey aldığımda kıyamet koparan kadın bu kadın
değil sanki. Dişlerimi sıkıp kızgın kızgın bakıyorum annemden yana ama
görmüyor, meşgul çünkü! “Peki” diyorum içimden, “öleyim de rahat edin”.
Gözlerimin dolduğunu hissediyorum. Görmesinler diye yüzümü babamlardan yana
çeviriyorum. “Bizimki de üçüncü sınıfa geçecek bu sene” derken yakalıyorum
babamı. “Bizim kız da bu sene başlayacak Yüksel ağabey…” diyor yeni eleman.
Sorduk sanki… Lafı geçince yine dibimizde bitiyor hanımefendi. Utangaç utangaç
yaklaşıyor babama doğru, sonra annesine dönüp onay alıyor;
-Elmaz teyze artık kalkalım diyor Piksel amca…
Ve tüm salonda bir kahkaha kopuyor. Hanımefendi utanıp
annesinin yanına kaçıyor hemen. İşi gücü tribünlere oynamak bu kızın. Nihayet
susunca yavaştan kalkıyor bizimkiler. Kapıda terliklerimizi düzelterek bir puan
daha alıyor Fatma Hanım. Diyorum ya işi gücü şov! İki saattir oturuyoruz şurada
ama tam biz kalkacakken düzeltesi tutuyor hanımefendinin. Bak Allah’ın işine! Vedalaşmadan
terliklerimi giyip çıkıyorum merdivenlerden, bekliyorum kapı eşiğinde. Annemler
gelip kapıyı açınca da yüz vermiyorum, geçip yatıyorum hemen. Yastığa başımı
koyunca aklıma düşüyor bu “Piksel amca” lafı. Acaba diyorum ne ima etti bizim
menfaatperest? Bu yoğun düşüncelerimin nihayetinde önce babamın sonra şu yeni
elemanın yüzleri geçiyor gözümün önünden ve fark ediyorum ki tüm memurlar
birbirine benziyor. Yani yolda bir asker ya da asker eskisi görsem tanırım illaki,
kaçmaz benden. Çünkü hepsi andırır birbirini. Hemen hepsi köşeli düşünür, babam
gibi. Saç tıraşından tuttuğu takıma, ev dekorasyonundan bindiği arabaya hemen
hemen aynı hayatı yaşarlar. Fatma’ya olan kızgınlığım önce hayrete dönüyor
sonra yavaştan hayranlığa. “İyisi” diyorum uyku sersemi “yarın şu kıza bir dondurma
ısmarlayayım”
*Kayıp Rıhtım Öykü Seçkisi 162. sayı, 2016
İLLAKİ
Reviewed by Burak Çakır
on
Aralık 04, 2016
Rating: 5