SIĞINAK ║ 1.Bölüm


“Dürüst bir insan daima çocuk kalır”
                                               Sokrates


Bir gün koca bir can sıkıntısıyla uyandı ufacık bir çocuk. Önce çizgi film izledi, geçmedi sıkıntısı. Sonra resimli bir kitap aldı, resimlerine baktı biraz, geçmedi. Boyama kitabında bir file renk verdi, geçmedi. Annesinden gizli kilerden tatlı aşırdı yine geçmedi sırtındaki o koca sıkıntı. Ne yapsa tesir etmedi bu sıkıntıya. Sonra oturdu olduğu yere. Öyle anlamsızca beklerken, birden bire bir fısıltı düştü kulaklarına. Doğruldu yerinden. Sıradan bir iş yapıyormuş gibi umarsız araladı kapıyı çocuk ve çıktı dışarıya. Yürüdü, usulca indi merdivenleri, çıktı apartmandan. Yürüdü, bitirdi sokağı, caddeye döndü. Yürüdü, dönemeyeceğini bile bile uzaklaştı semtinden. Ve bir hengâmenin içinde buldu kendini. Hiç görmediği yüzler, hiç bilmediği hayatlar gördü, hayatla tanıştı. Korktu. Kaçmaya başladı gerisin gerisi. Koşuyordu nereye gideceğini bilmeden, kaçıyordu ufacık ayaklarıyla zaman çizgisi üzerinde ama ne kadar koşarsa koşsun varamıyordu bir yere. Çocuk koştu, düştü incindi bacağı, kanadı elleri, ağladı. Bekledi. Silen olmadı gözyaşlarını, doğruldu. Çocuk koştu yeniden, kaçtı hayattan, insanlardan, yoruldu. Nefeslenmek için durduğunda boş bir harabe buldu, sevindi, sığındı oraya. Durmadı zaman, selamsız geçti gitti çocuğa aldırmadan. Alıştı çocuk yalnızlığa, yaralarına alıştı, silmeyi öğrendi gözyaşlarını, susmayı öğrendi…

Bir gece çalındı harabenin kapısı, şaşırdı çocuk. İlk defa çalınıyordu bu döküntünün kapısı. Meraklandı. Usulca yanaştı;  “Kimsin?” diye seslendi kapıya. “Kadın” diye cevapladı ince bir ses, bocaladı çocuk. Bilemedi ne yapacağını. “Üşüyorum” dedi kadın “Lütfen yardım et. Lütfen!”. Yavaşça araladı kapıyı çocuk, çünkü birisi “lütfen” derse kırmamak gerekirdi onu. Çünkü böyle öğretmişti annesi.  “Gel” dedi çocuk sobayı göstererek, “Burası sıcak, üşümezsin”. Minnettar bir tebessümle geçti içeriye kadın, sessizce oturdu sobanın yanına. Çocuk biraz çikolatalı gofret, biraz da jelibon uzattı kadına “Acıkmışsındır” dedi. Teşekkür ederek uzandı gofretlere kadın ve o zaman fark etti çocuğun yaralarını. “Ellerin” dedi, “kanıyor ellerin”. Omuz silki çocuk “Alıştım artık”. Telaşlandı kadın, eteğinin kenarını yırtarak sardı çocuğun ellerini, teker teker öptü yaralarını, gözyaşlarını sildi çocuğun. Teşekkür etti çocuk çünkü birisi sana iyilik yaparsa ona teşekkür etmek gerekirdi. Gerçi kadın hiç teşekkür etmemişti kendisine ama olsun, konuşmayı sevmiyordu demek ki. O da beklemiyordu zaten böyle bir şey, teşekkür bekleyerek iyilik yapılmazdı çünkü. Doğrulmak isterken çocuğun ellerini bırakmadı kadın “Otursana” dedi sevecen bir tınıda. Göz göze geldiler.  Kadının bakışlarında annesini gördü çocuk, şefkat ve sevgi gördü. Oturdu düşünmeye mahal vermeden. Oturdu yaralarının acısı hissetmeden. İşte on bir pıtırdı duydu çocuk. Garipsedi. Etrafına bakındı bir süre. Sonra fark etti kalbinin pıtırdadığını, kadın da duydu pıtırtıları “Yüzün kızardı” dedi muzipçe “İyi misin?”. Çocuk kaçırdı gözlerini “Soba sıcak ya ondandır” dedi daha da kızararak. Kıkırdadı kadın hafif hafif “Biliyor musun” dedi “Sen çok iyi bir adamsın”.  İyiden iyiye arttı pıtırtıların sesi ama engel olamadı çocuk “Sende” dedi güçlükle “Sende...Uyuyalım mı?”

Hiç yorum yok:

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Blogger tarafından desteklenmektedir.